Die Schwalbe und der Junge


Vor langer, langer Zeit lebte ein armer Mann und er hatte einen Sohn. Der arme Junge ging zur Schule. Eines Tages, als er wieder mal von der Schule kam, fand er eine verletzte Schwalbe, er nahm die Schwalbe mit nach Hause. Abends kam sein Vater nach Hause und sah die Schwalbe. Der Vater sagte:

"Mein Kind, die Vögel gehören in die freie Natur, hättest du ihn bloß nicht mitgenommen."

Der Junge erzählte seinem Vater, dass die Schwalbe einen gebrochenen Flügel hätte und somit behandelte der Vater den gebrochenen Flügel.

Die Schwalbe wurde gesund und fing an, in der Wohnung herumzufliegen. Die Schwalbe hatte den Jungen sehr lieb gewonnen. Ein paar Tage später, während der Junge und der Vater frühstückten, flog die Schwalbe ganz plötzlich aus dem offenen Fenster heraus. Der Junge wurde sehr traurig und fing an zu weinen. Der Vater sagte:

"Weine nicht mein Kind, die Schwalbe kommt schon eines Tages wieder zurück."

Es vergingen Tage und Monate. An einem Frühlingstag kam die Schwalbe zurück und saß auf der Fensterbank. Der Junge freute sich sehr. Die Schwalbe fing an zu zwitschern und es fiel aus ihrem Schnabel ein Korn. Der Junge nahm es und zeigte es seinem Vater.


"Was ist das, Vater?",

fragte der Junge. Sein Vater antwortete:

"Das ist ein Korn der Honigmelone."

Der Vater nahm es mit und pflanzte es im Garten ein. Die Honigmelone reifte. Sie nahmen sie mit in die Küche und schnitten sie durch. Aus der Melone kam pures Gold heraus. Sie wurden sehr reich.

Dessen Reichtum sprach sich überall herum, wie ein armer Mann plötzlich so reich werden konnte und mit Gold gehandelt hat, konnten die Dorfbewohner nicht verstehen. Deshalb haben sich die Dorfbewohner beim Sultan beschwert. Der Sultan bekam Angst.

"Wie ist er so schnell reich geworden, hat er meine Schätze gestohlen?",

sagte der Sultan. Und er rief den armen Mann, der jetzt reich war, zu sich und fragte:

"Woher hast du das ganze Gold?"

Der Mann erzählte dem Sultan was passiert war. Aber der Sultan wollte es nicht glauben. Er nahm dem Mann sein ganzes Gold weg und sagte:

"Wenn du mir auch eine Melone bringst, dann gebe ich dir dein ganzes Gold wieder zurück."

Die Schwalbe kam dann wieder und wieder gab sie ein Korn einer Honigmelone. Der Mann pflanzte es wieder in seinen Garten ein und die Melone reifte.

Der Mann brachte die reife Melone zum Sultan. Der Sultan freute sich sehr. Er nahm die Melone und gab dem Mann sein ganzes Gold wieder zurück. Der Sultan freute sich, dass sein Reichtum noch stärker wird.

Er ließ sich die Melone von seinem Diener aufschneiden. Aber aus der Melone kam kein Gold, sondern eine schwarze Schlange heraus. Die Schlange hat den Sultan erwürgt, der Sultan war tot.

Der arme Mann lebte friedlich und sein Sohn wurde ein erfolgreicher Mensch. Und die Schwalbe flog zurück in die Lüfte. Die Schwalbe kam jeden Frühlingsanfang zum Jungen, um ihn zu besuchen. Der Mann und der Junge lebten glücklich weiter.

Quelle: Übersetzung © Onur Özcanli, Schüler, 11 Jahre (!), Deutschland. Diese "Fleißaufgabe" der Übersetzung und Digitalisierung eines Schülers kann gar nicht hoch genug anerkannt werden! Danke für diese brilliante Zusendung!


Çocuk ile Kirlangic

Çok eski zamanlarda yasamis bir fakirin biricik oglu varmis. Fakir, oglunu okumasi için mektebe vermis. Çocuk, her gün sabah erkenden kalkip mektebe gider, aksama dogru da evine dönermis.

Bir gün yine mektepten dönerken, yolda, büzülüp kalmis bir kusa rastlamis. Merak edip kusun yanina yaklasmis çocuk. Bakmis ki kirlangicin bir kanadi kirilmis; bu yüzden uçamiyor. Kirlangici sefkatle eline almis, bagrina basarak eve getirmis.

Gün batarken babasi isten dönmüs. Çocuk, babasini görür görmez sevinçle yanina kosmus ve heyecanla:

-Baba, bugün mektepten gelirken bir kirlangiç tuttum. Çok güzel ve uslu bir kus, demis.

-Kirlangiç, göklerin kusudur, hürriyeti sever; keske yakalamasaydin...

-Bir kanadi kirik, babacigim.

-Öyle ise ona iyi bak. Kanadi nasil kirildi acaba?

-Siz de bir görseniz... diyerek babasini kirlangicin yanina götürmüs çocuk. Adam, kusun kirik kanadini gözden geçirdikten sonra güzelce sarmis. Ardindan ogluna dönerek:

-Onu eve getirmekle çok iyi etmissin yavrum. Iyi bak ona, demis.

Böylece çocuk, kirlangicin her seyiyle ilgilenmeye baslamis. Gündüz mektebe giderken de annesine emanet ediyormus kusunu:

-Anacigim, kirlangiç kaçip gitmesin. Ne olur, çok dikkat edin. Kapiyi ve pencereleri açik birakmayin. Yemini ve suyunu ben hazirlayip verdim, diyormus.

Aradan birkaç gün geçmis. Kirlangicin kanadi iyilesmis. Kus, evin içinde 'pir, pir' uçuyormus artik. Çocuga da çok baglanmis. O, eve girince uçmaktan vazgeçiyor, eline konarak yem yiyor, sirtini si-vazlatiyormus ona.

Günler, aylar geçmis; güz gelmis. Bir sabah evdeki herkes kahvaltiya oturmus. Bu arada, odanin penceresi açik kalmis. Bunu firsat bilen kirlangiç, pencereden disari firlamis ve gözden kaybolmus.

Kirlangicin bu sekilde yitip gitmesine, çocuk çok üzülmüs. Devamli agliyor, istirap çekiyormus. Bogazindan bir lokma yemek geçmez olmus. Disari çikinca da gözü devamli göklerdeymis. Tirr' diye bir kus uçuverse:

-Babacigim, benim kirlangicim olabilir mi, o kus, diyormus.
Bir gün babasi, oglunu teselli etmek için:

-Acele etme yavrum, kirlangicin bir gün mutlaka dönüp gelecektir, demis. Bu sözden sonra enikonu ümitlenen çocugun gözü hep yollarda kalmis. Babasina birkaç gün sonra:

-Baba, benim kirlangicim ne zaman gelecek, diye sormus çocuk sabirsizlanip:

-Bu acelen niye yavrum? Kirlangicin önümüzdeki baharda gelir, diyerek ümit vermis ogluna.

Günler geçmis. Kar erimis, etraf yesermis, ilkyaz gelmis. Tabiat canlanmis, mayis ayi gelmis. Bir sabah kahvalti ederken umulmadik bir sekilde eve bir kirlangiç girmis ve kirise konmus. Kirlangiç, evdekilerin çok hosuna gitmis. Özellikle çocuk, hasretle, sevgi ve coskuyla bakmis kirlangica. Kendi kirlangiciymis bu. Küçük, kirmizi bez hâlâ duruyormus kanadinda. Çocuk, kirlangica sevinç ve hevesle elini uzatmis, sevinçten çilgina dönmüs. Bagirarak babasina haber vermis:

-Baba, benim kirlangicim geri döndü! Bakin, ne kadar ne kadar da güzel olmus! Geldi, geldi!

Bu sirada kirlangiç da ötmege baslamis. Sonra, bogazina bir sey takilmis gibi gögsünü germis. Agzindan bir tohum tanesi düsüvermis. Çocuk, tohumu almis ve babasina göstermis:

-Bu nedir, baba?

-Bu, kavun tohumu yavrum. Ben ekeyim bunu, güzün olgun kavun yersin!

Babasi, evin arkasindaki bos yeri kazmis, topragini iyice ufalamis ve kavun tohumunu ekmis. Birkaç gün geçtikten sonra kavun çimlenmis, yese-rerek gün isigina çikmis. Bunu gören çocuk, daha çok sevinmis; kavunu sik sik sulamis, dibini çapalamis.

Kirlangiç da hiçbir yere gitmemis; evin içine yuva yapmis. Çocuk, kirlangici sürekli koruyup kollamis.

Kavun iyice büyümeye, tevegi (dal) de uzamaya baslamis. Çocuk, hayvanlarin girmesine mâni olmak için kavunun etrafini çitle çevirmis. Artik ne hayvan, ne de insan ayak basabiliyormus çitin içine. Çocuk, hususî hazirlanmis gübre saçmis kavunun dibine; hep vaktinde su vermis. Kavunun bir teveginde bir çiçek açmis. Bir gün, bu çiçek düsmüs ve yerinde parmak kadar bir kavuncuk meydana gelmis. Kavuncuk, gün geçtikçe büyümüs ve gelismis, Çocugun babasi da sürekli gelip kavuna bakar olmus. Baska birisinin koparip gitmesinden korkuyormus çünkü. Nihayet güz gelmis. Kavun iyice olgunlasmis. Rengi de degismis; disi sari agirlikli ala bir hâl almis.

Çocuk:

-Baba, kavunu ne zaman yiyecegiz, diye sorup duruyormus sabirsizlanarak.

Nihayet babasi, iyice olgunlastigina kanaat getirdigi kavunu teveginden koparmis ve büyükçe bir tepsiye koymus. Üstünü bir örtü ile kapatip eve getirmis. Çocuk, altin gibi parlayan kavunu görünce külahini havaya atarak sevinmis:

-Haydi babacigim, kavunu kesip dilin!

Babasi, kavunu keser kesmez içinden çil çil altinlar dökülüvermis. Böylece aile, büyük bir hazineye sahip olmus. Nesilden nesle devredilecek bir zenginlige kavusmus.

Simdi esas meseleye gelmis sira: Bu altim nasil bozdurmak? Pazara götürüp satsalar, "Bu altini nereden aldin, diye hesaba çekilebilirler. Bu durumda sonu gelmeyecek bir belâya bulasmis olurlar. Öyle ise, az az satarak ihtiyaci karsilamak ve durumu düzeltmek en akillica yol. Elbette rastgele her seyi ortaya dökmenin hiç lüzumu yok. Çok âcil ihtiyaç olan seyleri almaktan öteye geçmemek gerek.

Ailenin reisi olan baba da aynen öyle yapmis. Aylar aylari, yillar yillari kovalamis. Fakir ailenin geçim sartlari oldukça düzelmis. Yer satin almislar. Hayvanlari da çogalmis. Kisacasi aile, zenginlesmeye baslamis.

Insanlardan bir sey saklamak mümkün mü? Halk, adamin devamli altin sattigini isitmis; kimileri gözüyle de görmüs. Nihayet, fakir köylünün birdenbire zenginlesiverdigine dair haber, padisahin kulagina da çalinmis.

Padisahin içine bir kor düsmüs:

"Bu fakir köylü, nasil böyle bir anda zengin oldu? Belki de benim veya baska birinin hazinesini soymustur?"

Içini kemiren bu düsünce yüzünden padisah, köylüyü huzuruna çagirmalarini emretmis. Bir zaman sonra köylü, padisahin huzuruna gelmis, bas egerek selâm vermis:

-Devletli padisahim, ferman etmissiniz; kulunuz huzurunuza geldi.

-Sen yoksul idin. Ancak, simdi altinla alis veris yapiyormussun. Söyle bakalim, altini nerden aliyorsun?

-Sultanim, yillardan beri biriktirdigim var-ligimdir.

-Böyle kaçamak cevaplari birak. Kimden, nasil çaliyorsun bu altinlari?

-Hiç kimseden çalmiyorum. Bu benim bilek gücümün, alin terimin karsiligidir.

-Sana bir iyilik yapayim; o altinlarin hepsini hazineye teslim et! diye baski yapmis padisah. Bunun üzerine köylü, altinlari nasil elde ettigini anlatmis. Lâkin, padisah inanmamis bu hikâyeye. Köylünün bütün altinlarini aldirmis ve hazinesine katmis. Harcadigi altinlarin karsiliginda da evine, malina mülküne el koymus.

Köylü perisan olmus, oglu ile birlikte sefalet içinde yasamaga baslamis. Bu arada padisahin aklina bir sey gelmis ve adami tekrar huzuruna çagirtmis:

-Sen altinlarin, kirlangicin getirdigi tohumdan yetisen kavunun içinden çiktigini söyledin, degil mi, diye sert bir sekilde sormus. Sonra da "Eger gerçekten öyle ise, bana da bir kavun yetistirip getir. Sayet söylediklerin dogru ise altinlarini, malini ve mülkünü geri verecegim."

Köylü, padisahin huzurundan ayrildiktan sonra ne yapacagini sasirmis. Nereye kaçacagini, ne tarafa gidecegini de bilmernis. Köhne evine gelince bakmis ki kirlangiç da uçup gitmis. O kisi, oglu ile birlikte aglayip sizlayarak geçirmis köylü. Nihayet havalar isinmis, yaz gelmis. Baba ve ogul kirlangicin tekrar dönmesini dilemisler. Çocuk, devamli göge bakarak dört gözle beklemis kirlangicin dönüsünü.

Bir sabah yine kahvalti ederken kirlangiç çi-kagelmis ve kirisin üstüne konmus. Sonra da ötmeye baslamis. Çocuk, kirlangici görünce heyecandan kalbi duracak gibi olmus. Kanadina bagladigi kirmizi ip hâlâ duruyormus. Mutluluktan uçan çocuk:

-Baba, benim kirlangicim geldi! Acaba yine kavun tohumu getirdi mi, diye sormus. Babasi sakin bir sekilde cevap vermis:

-Eger tohum getirdiyse, senin için bir kavun daha yetistiririm.

Baba ile oglun konusmalari yavaslayinca kirlangiç tekrar ötmüs. O anda agzindan bir kavun çekirdegi yere düsüvermis. Köylü, çekirdegi yerden almis:

-Padisahin fermanini yerine getireyim, oglum. Bu tohumdan kavun yetistirip padisaha vereyim de malimi mülkümü geri alayim.

Oglan da hak vermis babasina.

Köylü, kirlangicin agzindan düsen tohumu, eski kavunun yerine ekmis. Günler geçmis, tohum çimlenip yesermis. Yaza dogru çiçek açmis. Sonra küçücük bir meyve peyda olmus incecik tevekte. Köylü, gayet sakinmis bütün bunlar olurken. Çocuk, olgun-lasincaya kadar bakimini, görümünü yapmis kavunun. Hiç kimseye göstermemis. Hayvanlardan ve insanlardan gözü gibi saklamis. Güz gelince kavun olgunlasmis. Köylü, kavunu koparmis, bir tepsiye koymus. Padisaha karsi kini bir kat daha artmis. Kavunu padisaha vermege kiyamazmis, ama baska çaresi yokmus. "Yeryüzündeki, kötü niyetli insanlara da; padisaha da Allah gösterir günlerini." demis kinini içine atarak. Suçsuz olduklarim ispat etmek için kavunu alip dogruca padisahin sarayina gitmis.

-Padisahim, yetistirdigimiz kavun olgunlasti. Koparip size getirdim. Lütfen kabul buyurunuz, demis. Padisah neselenmis iyiden iyiye:

-Çok yasa, var ol! Kavunu kabul ediyorum; sen de altinini, malini mülkünü geri alabilirsin!

Padisahin buyrugu üzerine köylüye, bütün mali mülkü geri verilmis. Padisah, kurumlanarak at basi büyüklügündeki san kavuna sevinçle bakmis: "Içi altin dolu; artik hazinem iki kat zenginlesecek. Hiç kimsenin hakki yok bu hazinede. Yalniz benim hepsi. Dogrusu da bu zaten, diyerek zevklenmis. Padisah, tahtina oturmus. Etrafim vezirleri ve hizmetçileri çevirmis. Padisah, bir vezire ferman etmis:

-Su kavunu yariver; içi altin doludur! Bu benim bir kerametimdir. Altini hazineye koyun sonra!

Vezir, kavunu ortaya getirerek yarmis. Kavun, ortadan ikiye bölünür bölünmez içinden kapkara bir yilan firlamis. Hemen, padisahin boynuna dolaniver-mis. Kasla göz arasinda boguvermis padisahi.

Adam, bundan sonra topraklari üstünde uzun yillar yasamis. Oglu okumus; bilge ve bilgin bir insan olmus. Kirlangiç, kanadindaki kirmizi iple gökyüzünde süzülerek neseyle uçmaya devam etmis. Güzün gidip, ilkbaharda geliyor; köylü ve ailesi tarafindan sevgiye, sefkate boguluyormus.


Quelle:Tilki Ile Keklik, Türkiye Türkçesine Kazandiran, Kazak Masallari, Asur Özdemir, Istanbul 2003, S. 32-40.